6 Mart 2017 Pazartesi

16. !F BAĞIMSIZ FİLMLER FESTİVALİ'NDEN NOTLAR

Bu yıl 16. kez seyirciyle buluşan !f Bağımsız Filmler Festivali, 16-26 Şubat tarihleri arasındaki İstanbul yolculuğunu tamamladıktan sonra 2-5 Mart tarihleri arasında da Ankara ve İzmir seyircisiyle buluşuyor.

Ben de festivalin İzmir ayağına, naçizane 5 filmlik minik bir seçkiyle dahil oldum. Her yıl olduğu gibi bu yıl da festivale Konak Pier Cinemaximum ev sahipliği yaptı. (İsmi bağımsız olan bir festivalin de zincir bir sinemada gerçekleşmesi tuhaf geliyor elbette)

İzlediğim beş filmden de kısa bir değerlendirmeyi aşağıya not düştüm.

Raving Iran (Yönetmen: Susanne Regina Meures)

İran'ın underground ortamlarında müziklerini, tutkularını gerçekleştirmeye çalışan iki dj arkadaşın etkileyici öyküsü.
Bizden pay da bulabildiğimiz, çok da yabancı olmayan bir coğrafyada; yasakların, baskıların, korku otoritesinin hüküm sürdüğü bir ülkede, peri masalından çok uzak bir müzik yolculuğu.

Gücünü var olan gerçekliğinden alan, türlü zorluklarla, çoğu sahnesi gizlice cep telefonlarıyla çekilmiş bir belgesel Raving Iran.

Zaten başlangıçta ''Man o To'' ile hipnotik bir giriş yapan film, seyirciyi bu hipnotik etkiden koparmadan film boyunca Anoosh ve Arash'ın tedirgin, bir o kadar da umut dolu yolculuklarına ortak ediyor.


Whose Country? (Yönetmen: Mohamed Siam)

İnsanın yaşadığı coğrafyaya yabancılaşması. Yönetmen Siam'dan ülkesine dair buruk bir panorama.
 ''Whose Country?'' 2011 Arap Baharı ile başlayarak 2013'e uzanan Mısır'ın çalkantılı günlerini bir sivil polisin rehberliğinde beyazperdeye taşıyor.


T2 Trainspotting (Yönetmen: Danny Boyle)

20 yıl aradan sonra gelen, ısmarlama olmayan, samimi bir devam filmi: T2 Trainspotting

Yurtdışından gelen ilk yorumlar, genelde barındırdığı nostalji hissi ile ayakta duran bir film olduğu yönündeydi. Haliyle beklentiler de biraz düşmüştü.

Fakar ben T2 Trainspotting'i beklediğimden çok daha iyi buldum.
Belirttiğim gibi ısmarlama bir devam filmi olmadığını her sahnesiyle hissettiren, enerjisi yüksek, samimi bir film. En az ilki kadar sevdim. Uzun zaman sonra eski dostunu ziyaret etmişsin gibi bir his, ekip o ruhu hiç kaybetmemiş.

İlk filmi hatırlatan her sahne oldukça ince ve şık. Soundtrack yine tekrar tekrar dinlenesi.
Danny Boyle 20 yıl aradan sonra gelen bir devam filmi ne kadar iyi çekilebilirse o kadar iyi çekmiş.

Böylesine önemli, sinemaseverler tarafından merakla beklenen bir filmin, normalde bu ay vizyona girecekken Türkiye'deki vizyon tarihinin belirsizleştirilmesi (hatta vizyona uğramama ihtimali), sadece festivalle sınırlı kalması ise oldukça yazık.

Üstelik mart vizyonunu düşününce, bu hamlenin hangi filmler uğruna(!) yapıldığını düşünmek daha da üzüyor.
Umarım vizyona uğrar kısa zamanda.

The War Show (Yönetmen: Andreas Dalsgaard, Obaidah Zytoon)

Suriye iç savaşına içeriden, savaşın ortasında gündelik hayatlarını, aşklarını, umutlarını yaşamaya çalışan bir avuç Suriyeli gencin perspektifinden bakan, sert, hüzünlü bir belgesel.

Bir devrim umuduyla, kıvılcımla başlayıp giderek sertleşen, karanlığa sürüklenen bir hikayenin cesur belgeseli.

Kurgu olmadığını bilmek, insanda bir sinema filmi izliyor olmanın verdiği konforu, rahatlığı sunmuyor. Boğazda yumru birikmesinden başka bir seçenek bırakmıyor izleyene.

Ve nihai olarak Murat Uyurkulak'ın şu satırlarını getirir akla: ''Devrim vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi''


Zoologiya (Yönetmen: Ivan I. Tverdovskiy)

Aşkın, tutkunun, umarsızlığın, çevresel ve dinsel baskıların tuhaf hali.

40'lı yaşlarında, muhafazakar katolik annesiyle birlikte yaşayan, asosyal, bir hayvanat bahçesinde çalışan ve iş arkadaşları tarafından sürekli alaya maruz kalan Natasha bir gün, kanlı canlı bir kuyrukla uyanıverir.

İlk başlarda utanıp çareler bulmaya çalışsa da zamanla bu kuyruk Natasha için hayatında kökten bir ruhsal değişime, çevresini kuşatan değişmez, katı yargılara karşı bir umarsızlık edinmesine sebep olur.

Yönetmen Tverdovskiy'in belirttiği gibi kuyruk aslında sadece bir metafordur. Natasha'nin içinde biriktirdiği özlemlerin, tutkuların açığa çıkmasına vesile olan bir unsur. Bir süre sonra Natasha onu benliğinin bir parçası olarak görmeye başlar.

Zaten izleyici bile bir süre sonra yönetmen kuyruğu göstermese o faktörü unutur hale gelir.
Zoologiya, beni çok sarıp sarmalayan bir film olmadı fakat oldukça ilginç bir deneme olduğu da kesin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bumerang - Yazarkafe