26 Kasım 2014 Çarşamba

MAN BOOKER ÖDÜLLÜ "CAN'T AND WON'T" TÜRKÇEDE

2013 Man Booker Edebiyat ödülüne layık görülen Lydia Davis Kitabı "Can't and Won't" Encore yayıncılık tarafından "Yapamam ve yapmayacağım" ismiyle Türkçe'ye kazandırıldı.

Önemli bir kitap, çünkü yazar Lydia Davis'in dilimize çevirilen ilk kitabı olma sıfatını taşıyor. 
Böylelikle okurlarca "Paul Auster'ın eski eşi" sıfatıyla magazinel bir boyutta anılmış yazarın da kalemini yakından tanımak için güzel bir fırsat.

Kitap 22 liralık etiketiyle raflarda.


Kafka gibi kudretli, Flaubert gibi incelikli, Proust gibi çağ-açan Davis'in hikâyeleri zengin bir aklın şölenidir. 
-Ali Smith, The Guardian-

Lydia Davis'in hikâyeleri tek bir kitabın sınırlarını aşıp bir kütüphaneye dönüşüyor... Bu tek kitaplık kütüphaneye yazarın çeşit çeşit armağanları için gelirsen kal orada, çünkü hikâyeler yaratıcı bir okuma davetini sürekli yeniliyorlar.
-Helen Oyeyemi, The Guardian- 

23 Kasım 2014 Pazar

SABİTFİKİR'DEN ''2014'ÜN EN İYİ 50 ROMANI''

Aylık edebiyat dergisi ''Sabitfikir'', yılın son demlerini yaşadığımız şu günlerde 60 kişilik değerli bir jürinin katkılarıyla  2014'ün en iyi 50 romanını belirleyen bir liste hazırladı.

Kendi güzel deyişleriyle ''Bu yıla dair bir bellek oluşturmak niyetiyle'' yola çıkan dergi, Kasım 2013-Kasım 2014 aralığındaki zaman dilimini değerlendirerek 50 kitaplık listeyi okuyucularına sundu.

Muhakkak ki her sanat dalı gibi edebiyatta da göreceliğin öne çıkması normal. İtiraz ettikleriniz veya ''şu kitap niye listede yok?'' türünden serzenişler mutlaka olacaktır.
Ancak bu yılın edebiyat dünyasına, edebiyatın verimli eserlerine kabaca göz atmak, gözden kaçan, okunmayan kitapları kenara köşeye not etmek için incelemekte fayda var.

İlk sırasında Kemal Varol'un ''Haw'' romanının yer aldığı liste şöyle:

1. Haw
Kemal Varol 
İletişim Yayıncılık 

2. Renksiz Tsukuru Tazaki'nin Hac Yılları
Haruki Murakami 
Doğan Kitap 

3. Dünya Ağrısı
Ayfer Tunç 
Can Yayınları 

4. Galiz Kahraman
İhsan Oktay Anar 
İletişim Yayıncılık 

5. Deliduman
Emrah Serbes 
İletişim Yayıncılık 

6. Köpekler İçin Gece Müziği
Faruk Duman 
Can Yayınları 

7. Doğa Tarihi
Hakan Bıçakcı 
İletişim Yayıncılık 

8. Swastika Geceleri
Katharine Burdekin 
Encore 

9. Ölü Reşat
Aslı Tohumcu 
Doğan Kitap 

10. Gölgeler ve Hayaller Şehrinde
Murat Gülsoy 
Can Yayınları 

11. 49 Numaralı Parçanın Nidası
Thomas Pynchon 
İthaki Yayınları 

12. Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları
Thomas Mann 
Can Yayınları 

13. Kitap Evi
Enis Batur 
Sel Yayıncılık 

14. Karanlığın Faydaları
Ror Wolf 
Everest Yayınları 

15. Rüyası Bölünenler
Yavuz Ekinci 
Doğan Kitap 

16. Ağaca Tüneyen Sweeny
Flann O'Brien 
Everest Yayınları 

17. Dert Dinleme Uzmanı
Adalet Ağaoğlu 
Everest Yayınları 

18. Kısas
Sezgin Kaymaz 
İletişim Yayıncılık 

19. Spinoza'nın Günlüğü
Şener Özmen 
Everest Yayınları 

20. Atocha'dan Ayrılış
Ben Lerner 
Jaguar Kitap 

21. İri Memeler ve Geniş Kalçalar
Mo Yan 
Can Yayınları 

22. Mevsimler
Gün Zileli 
İletişim Yayıncılık 

23. Jacob De Zoet'in Bin Sonbaharı
David Mitchell 
Doğan Kitap 

24. Doktor Faustus
Thomas Mann 
Can Yayınları 

25. Şemsiye
Will Self 
Sel Yayıncılık 

26. Hayalet Yazar
Philip Roth 
Yapı Kredi Yayınları 

27. Ketum Kahraman
Mario Vargas Llosa 
Can Yayınları 

28. Gözlerini Kaçırma
Irmak Zileli 
Remzi Kitabevi 

29. Antabus
Seray Şahiner 
Can Yayınları 

30. Wittgenstein'in Metresi
David Markson 
Jaguar Kitap 

31. Bitti Bitti Bitmedi
Vedat Türkali 
Ayrıntı Yayınları 

32. Varlık ve Piçlik
Hakan Akdoğan 
Aylak Adam 

33.  O Gün İçin Bir Şemsiye
Wilhelm Genazino 
Jaguar Kitap 

34. Kamçatka
Marcelo Fıgueras 
Doğan Kitap 

35. Ansızın Günbatımı
Ayşe Sarısayın 
Can Yayınları 

36. Bir Parmak Bal
Ian McEwan 
Yapı Kredi Yayınları 

37. Ölü Gömme Törenleri
Hannah Kent 
Yapı Kredi Yayınları 

38. Artemisia
Anna Banti 
Metis Yayıncılık 

39. Saçında Gün Işığı
Jhumpa Lahiri 
Domingo Yayınevi 

40. Timsah Park
Karen Russell 
Siren Yayınları 

41.  Yine Doğdu Tanyıldızı
Gürsel Korat 
Yapı Kredi Yayınları 

42. Aranmayan Özellikler
Selçuk Orhan 
Doğan Kitap 

43.  Daniel'in Kitabı
E.L.Doctorow 
Yapı Kredi Yayınları 

44.  Saygı Duruşu
Siegfried Lenz 
Everest Yayınları 

45. Kendi Gecesinde
İnci Aral 
Kırmızı Kedi 

46. Korkağın Türküsü
Necati Tosuner 
İş Bankası Kültür Yayınları 

47.  Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk
Wilhelm Genazino 
Ayrıntı Yayınları 

48. Savaş ve Savaş
Laszlo Krasznahorkai 
Can Yayınları 

49. Pala Hayriye
Figen Şakacı 
İletişim Yayıncılık 

50.  Emanet Şehir
Berat Pekmezci 
İletişim Yayıncılık 

21 Kasım 2014 Cuma

BİR MİLAT ALBÜMÜ: A NIGHT AT THE OPERA

Çıkışından iki yıl sonra ''25 yılın en iyi şarkısı'' seçilen efsanevi bir şarkının albümü...
''Dünyanın en büyük hit'i'' ünvanını getiren albüm...
Müzik tarihinde şarkının desteklenmesi amaçlı çekilen ilk video klibe sahip albüm...
Guiness World Records tarafından ''son 50 yılın en iyi rock şarkısı'' ünvanı...
Rock ve Opera gibi iki ayrı elementin benzersiz bileşimi...
Popüler müziğin tüm kalıplarını yıkan, müzik tarihinde görülmemiş bir devrime imza atan cesur bir albüm...

Ve daha sayısız ünvanlar, ödüller... Ve tüm ticari başarılardan, ödüllerden öte bir müzik grubunun dahiliğini, yaratıcılığını tüm dünyaya ilan eden eşsiz bir albüm: A Night at The Opera.

Müzik tarihine adını yazdırmak, zamanın yıpratıcılığına karşı koymak kolay iş değildir. Koyabilenler de müzikseverler tarafından hiç unutulmazlar. ''A Night at The Opera'' da hiç şüphe yok ki o albümlerden biri ve 1970 yılında temellerini atan Queen grubu için bir dönüm noktası.

1970'de kurulduktan sonra sırasıyla Queen, Queen II ve Sheer Heart Attack albümleriyle müzik piyasasına giriş yapan Queen için henüz bu albümler büyük bir çıkış anlamını taşımıyordu.
Grup üyeleri için 1975 yılı bir milat olacaktı. Hatta genele vurursak sadece Queen için değil, müzik tarihi için 1975 önemli bir yıl olacak ve Queen'e sonsuz bir şöhretin kapılarını aralayacaktı.

Albümün müzik tarihini nasıl etkileyeceği albüm çıkmadan 21 gün önce yani 31 Ekim 1975'de albümün ilk single'i ve tabii ki en meşhur şarkısı Bohemian Rhapsody'in çıkışıyla belli olacaktı.

Henüz single yayınlanmadan önce Freddie Mercury şarkının bir kopyasını dinlemesi için dj bir arkadaşına verir ve bunun kişisel bir şey olduğunu, kesinlikle çalmaması gerektiğini de söyler. Dj şarkıyı dinleyince çok etkilenir ve 2 gün içinde radyoda 14 kere Bohemian Rhapsody çalınır. O günden sonra tüm radyo istasyonları şakının uzun versiyonunu çalmaya başlarlar.

Birçok insan şarkının süresinin hit olmak için fazla uzun olduğunu düşünseler de, bu tahminlerden sadece iki yıl sonra Bohemian Rhapsody ''25 yılın en iyi şarkısı'' seçilir ve çıktığı yıl İngiltere'de 9 hafta boyunca zirvede kalır.

Grup; konserlerinde hiçbir zaman Bohemian Rhapsody'i tamamen canlı söylememiştir. Çünkü teknik açıdan şarkının tamamen canlı söylenebilmesi imkansızdır. ( Sebebi opera bölümünde 180 overdub yapılmasıdır)

Ve bugün 21 Kasım 2014. Albümün ve şarkının 39. doğumgünü. Her açıdan özel bir albüm ve tarih olarak yıllardır akıllarda.

Tek cümleyle tanımlanamayacak kadar özel belki ama kelimelerimiz müsaade edebildiği kadar ifade edeceksek, en kısa tabirle ''bir müzik mirası'' diyebiliriz bu özel albüm için.

Bu gece bir kez daha uzun uzun dinlemenin tam vakti bu müzikal şöleni...

"İnsanlar bana Bohemian Rhapsody'de ne anlatmak istediğimi soruyor. Bilmiyorum diyorum ama gerçekten bilmiyorum."

"Bohemian Rhapsody, içerisinde hayalci bir his barındıran şarkılardan biri. Bence insanlar bu şarkıyı dinlemeli, üzerinde düşünmeli ve şarkının onlara ne gibi mesajlar verdiği hakkında kendi çıkarımlarını yapmalılar... Bohemian rhapsody, öyle birden ortaya çıkmış bir şarkı değil."

Freddie Mercury



15 Kasım 2014 Cumartesi

BİR YAZAR BİR KİTAP: 227 SAYFA

"Yalnızca yaratmanın, üretmenin sorunları değil, aynı zamanda okumanın, seyretmenin, dinlemenin, izlemenin, anlamanın, kavramanın, değerlendirmenin yolu yordamı benim zihnimi meşgul ettiği kadar okurun da aklını kurcalasın istedim. Ben yazarlık yaşamım boyunca okuruma hep sıra arkadaşım muamelesi yaptım. Benim gördüğüm filmi o da izlesin, benim okuduğum kitabı o da okusun, benim üzerine kafa yorduğum konuları o da düşünsün, hafta sonlarımız birbirine benzesin istedim. 

"Bir yazarın okudukları, dinledikleri, seyrettikleri, düşündükleri, izlenimleri hakkında bir çift söz etme gereksinimiyle kaleme aldığı irili ufaklı notların, başkalarının yaşamına renk, soluk, canlılık kattığını; onda öğrenmek, izlemek, katılmak, paylaşmak arzusu yarattığını görmek başlı başına bir yazı mutluluğudur.
"İyi yazılmış notlarda ayaküstü sohbet etme tadı vardır. Hayat, geçerken birbirine uğramış insanların birbirlerinin kapısına bıraktıklarıyla da çoğalır. Benim bu notlarla yapmaya çalıştığım kısaca budur."

13 Kasım 2014 Perşembe

BİR YAZAR BİR KİTAP: HAŞLANMIŞ HARİKALAR DİYARI VE DÜNYANIN SONU

''Çektiğin acıyı ben de anlıyorum. Fakat bu herkesin başından geçiyor. O yüzden senin de katlanman gerek. Sonrasında kurtuluş geliyor. O zaman artık sen, hiçbir şeyi dert etmeyecek, üzülmeyeceksin. Hepsi kaybolup gider.
Geçici heveslerin hiçbir değeri yok. Burası dünyanın sonu. Dünya burada sona erer, ötesi yoktur. O yüzden sen de artık hiçbir yere gidemezsin.''

Gölgesini kaybeden, kafataslarından eski rüyaları okuyan bir adam ve dünyanın sonu gelmeden önce yaşayacak sadece birkaç saati kalmış bir kahraman. Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu XXI.
yüzyıl edebiyatına damgasını vuran, kült yazar Haruki Murakami'den bilimkurguyu masalsı bir dünyanın içinde var eden, Kafkaesk bir psikolojik gerilime göz kırpan bir roman.


10 Kasım 2014 Pazartesi

KISA KISA: HAFTANIN VİZYON FİLMLERİ

1) Deniz Seviyesi

İlk kez 33. İstanbul Film Festivali'nin ulusal yarışma bölümünde izleyici karşısına çıkan ve Altın Koza film festivali'nde "En İyi Yönetmen", "En İyi Kadın Oyuncu", "En İyi Erkek Oyuncu", "En İyi Müzik", "En İyi Görüntü Yönetmeni", "En İyi Kurgu ödüllerini toplayarak büyük ses getiren Deniz Seviyesi Başka Sinema kapsamında vizyonda izleyiciyle buluştu.


Yönetmenler Nisan Dağ ve Esra Saydam'ın ilk filmi olan ''Deniz Seviyesi'', bir ilk film için olması gereken niteliklerin de üstüne çıkıp yılın en iyi yerli filmlerinden biri oluyor.
Damla Sönmez ve Ahmet Rıfat Şungar'ın aldıkları ödülleri hak ettiklerini gösteren, etkileyici performansları ile Deniz Seviyesi; 2014'ün en iyi yerli filmleri'nde Kış Uykusu, Kusursuzlar, Silsile gibi fimlerin yanına adını yazdıracak bir film.
Görülmeli.

2) The Drop

Haftanın bir başka vizyon filmi The Drop ise bir suç filminin kaliteli olabilmesi için gereken bileşenlerin pek de iyi bir harman ile yoğrulmamasıyla eksik kalmış bir yapım.

Filmi ayakta tutan şey güçlü oyunculukları. Özellikle Tom Hardy. Fakat bunun dışında tablo pek iç açıcı değil.
Ancak filmdeki birtakım sıkıntılara rağmen eğer türün tutkunuysanız; Tom Hardy'nin, özellikle de artık aramızda olmayan James Gandolfini'nin son performansını görmek için bile The Drop vizyonda şansı hakediyor.

3) Interstellar

Ve sadece haftanın değil, bu yılın en çok konuşulan, merak edilen filmlerinden biri olan Interstellar nihayet bu hafta vizyona girdi.

Öncelikle zaten çeşitli mecralarda uzun uzun eleştirileri, irdelemeleri yapıldı, çizildi. Ben zaten kendimi de sinema eleştirmeni olarak görmediğim için hissettiklerim hakkında kısa kısa yazıp film ile başbaşa bırakmayı düşünüyorum.

Daha önceleri de Christopher Nolan filmleri için ''yorumların ortası yok'' diye belirtmiştim. Genellikle seveni tam seviyor veya tam tersi sevmeyenleri de olumsuz eleştiri yağmuruna tutuyor. Interstellar için ilk 3 gün yapılan yorumlara bakarsak aynı şeyi tekrar söyleyebilmemiz mümkün.
Burada karar elbet kişisel zevklere kalıyor.

Ben ise filmi hayranlıkla izleyip sevenlerdenim. Etkisine kapılmamak mümkün değil. Oldukça farklı bir deneyim sunduğu kesin ve bunu 3d saçmalığı olmadan seyirciye yansıtıyor Nolan.
Önümüzde henüz iki aylık bir dönem var yılın bitmesine ancak daha iyisini görür müyüz bilemem ancak Interstellar şimdilik benim için ''yılın en iyi filmi'' diyebileceğim, usta işi bir film niteliğinde.

Henüz abartı diyebilir miyiz bilemem ancak önümüzdeki 20-30 yıllık süreç Interstellar'ın bilim-kurgu sineması için yeni bir ''2001: A Space Odyssey'' vakasına dönüşmesine yol açabilir. Neticede bilim-kurgu sineması hemen parlamayan, başyapıt değeri için belli bir zamana ihtiyaç duyan filmler üreten bir tür.

Film, zaten kusursuz olan teknik yanının dışında ana unsurlardan biri olan senaryo kısmını da boşlamaması ve birçok teoriye kucak açan, bu verilere dayanan yapısıyla da takdiri hakediyor.

Cast seçimi de oldukça başarılı. Son yılların parlayan yıldızı Matthew McConaughey yine başarılı (özellikle dramatik sahnelerde dikkati çekiyor)  bir portre çizerken, ona yine sırıtmayan oyunculuklarıyla Anne Hathaway, Jessica Chastain, Nolan filmlerinin demirbaşı Michael Caine, Casey Affleck ve villain diyebileceğimiz rolüyle Matt Damon eşlik ediyor.

Kesinlikle vizyondayken bu deneyimin tadını çıkarın ve bilim-kurgu sineması için şimdiden önemli bir yapıt diyebileceğimiz Interstellar'ı görün.

Nolan'dan bolca bu tarz kaliteli yapıtlar görmemiz, The Dark Knight Rises vari kötü denilecek işlere geri dönmemesi dileğiyle

İyi seyirler.

7 Kasım 2014 Cuma

ÖNCE ÖLMEK...

Çok düşündü önce ölmeyi, herkesten önce ölmeyi. Sevdiklerinin ölümünü görmeden ölmeyi. Düşünmek kolaydı ne de olsa, acıtmıyordu. Ama tanık olmak... İşte o kısmı pek zordu.

Şu an toprağa verdiği abisinden önce kendisinin öldüğünü hayal etti. Hatta bunu şiddetle diledi. Bütün ailesinden, sevdiklerinden önce ölmeyi diledi o an. Bunu daha önceleri de çok hayal etmişti.

Nedense eskiden beri hep genç öleceğini hayal ederdi. Genç ölmek...
Dünyanın, hayatın kargaşasından sıyrılmak nedensizce, beklentisiz. Arkanda insanlar bırakmak. Yarım kalmışlıkları bırakmak.

Yaşlı, yatağında ölümü beklerken düşünemiyordu kendisini. Sanki böylesi bir ölüm, tüm sevdiklerinin ölümüne tanık olduktan sonra, her şey bittikten sonra ölümü beklemek... Pek onun hayal edeceği cinsten değildi galiba.

Ama işte şimdi, roller beklediği gibi değildi işte. Orada yatan abisiydi, kendisi değildi.
Hani hastalık yiyip bitirmeden önce, kanlı canlı olan, sanki hiç ölüm yokmuşcasına, hesapsızca dertleştikleri, sırdaş oldukları, gülüştükleri, kucaklaştıkları abisi. Hani şimdi artık nefes almayan, burada olmayan.

İşte bunu kabullenmek, 80 yaşında ölümü beklemekten daha zordu. Bu yüzden genç ölmek belki saçma gelecekti ama daha tasasızcaydı işte. Yani senin için üzülenler olacak ama sen bambaşka bir yerde olacaksın. Farklı bir rolde olacaksın.

İnsanın sevdiklerinin ölümüne tanık olmaktansa onlardan önce ölmesinin kolay bir kaçış olduğunu düşündü işte bu yüzden. Çünkü ölen insana düşünecek bir şey kalmaz. Bu dünya ile bir alıp veremediği kalmaz artık. Neyi düşünecek ki zaten? Ölenin arkasından kalanlar düşünür, ağlar, acıya tanıklık eder.

Bu yüzden çok düşündü ölmeyi. Ansızın okuldan çıkmış yolda giderken son sürat gelen bir arabanın çarpması sonucu ölmek veya bunalımlı zamanlarda, en deli çağlarda her şeyden vazgeçip intihar etmek, belki ihmaller sonucu ölmek...

Şimdi abisinin toprak altında uzanan cansız bedenini düşündü. Bir ölüyle ölümü konuşmak nasıl olurdu acaba?
Şimdi abisiyle ölümü konuşmak isterdi. İşte o zaman en doğru cevapları alabilirdi ölüm hakkında, bir ölüden, birinci ağızdan duyarak kendini ölüme hazırlamak daha kolay olurdu herhalde.

Ne de olsa bu dünyada ölüm hakkında konuşulanlar sadece tahminlerden, yapay hislerden ibaret.
Hangi yaşayan bilge ölümü anlatabilir ki insana?

Yavaş yavaş vedalaşma zamanı gelirken abisiyle, onu orada bırakıp hayatına devam etmeye çalışacak.
İşten izin alacak, taziyeleri kabul edecek, gözleri yaşlı anne ve babasına sarılacak, sonra işe geri dönecek...

Peki sonra? Sonra aynı rutin nasıl devam edebilir bir ölüme tanıklık ettikten sonra? Top oynadıkları, koştukları, büyüdükleri mahalleden nasıl geçip gidebilir kayıtsızca? Eşlik ettikleri şarkıları bir daha nasıl aynı kayıtsızlıkla dinleyebilir?

Önce ölmek, işte biraz da bu rahatsız edici sorulardan uzak durmak demekti.
Önce ölmek, arkada izler bırakarak, sorular bırakarak ölmek...



6 Kasım 2014 Perşembe

INTERSTELLAR'DAN NELER BEKLİYORUZ?

Hiç kuşku yok ki, ister objektif bakın, ister sevin, ister nefret edin, Christopher Nolan 2000'li yıllardan itibaren sinema dünyasında kendi tarzını oluşturmuş, sinemaya imzasını atmayı başarabilmiş yönetmenlerden biri.

Her filmi vizyona girdiğinde sinema gündemine oturan, tartışılan, en çok konuşulan yönetmenlerden.

Nolan filmleri genellikle her dönem bir fırtına estirmeyi, adından söz ettirmeyi başarmıştır. (Özellikle Batman Begins sonrası daha çok kitlelere ulaşmıştır) Hakkındaki beklentiler her filmde artmış, beklentiler arttıkça yorumlar da iki ayrı uç noktaya yayılmıştır.

Kanımca Nolan filmleri hakkında yorumlar hiçbir zaman homojen veya dengeli olmadı. Her filmiyle yere göğe sığdıramayanlar kadar, yerin dibine sokmayı seven bir kitle de oluşturdu. Yorumların sağlıklı olup olmaması tartışılabilir tabii ancak tüm bunlar büyük beklentilerin sonucunda oluşan şeyler diyebiliriz.

Şimdi ise sırada yine büyük beklentilerin olduğu, hatta tartışmaların bile erkenden başladığı yeni film var: Interstellar

Bizde ise basın gösterimi dün yapıldı ve Türkiye için ilk yorumlar da geldi. Yorumları okudukça kendi adıma heyecanımın arttığını söyleyebilirim.

Peki gelelim beklentilere? Interstellar'dan neler bekliyorum, neler bekliyoruz?

Önce geçmişi biraz irdelemek istiyorum.

Açıkcası 2010'daki Inception ile pekişen Nolan sineması, bana göre 2012'de The Dark Knight Rises ile büyük sekteye uğramıştı. Özellikle Batman üçlemesinin son filmi olan bu film için hatırlarsanız beklentiler muazzam bir final olması yönündeydi. Peki bu beklenti karşılandı mı? Bana sorarsanız hayır. Nolan bu filmde Hollywood'un bildik matematiğini kullanmayı seçmişti. Film, serinin hayranları tarafından (bence haklı olarak) eleştiri yağmuruna tutuldu.
Tek başına değerlendirildiğinde kötü müydü? Elbet değildi, fakat önceki iki film ile kıyaslarsak serinin en zayıf halkası olarak olması gerektiği gibi görkemli bir final sunamadı.

Sonrasında senaristliğini üstlendiği,  geçtiğimiz yıl vizyona giren ''Man of Steel'' bendeki ikinci büyük hayalkırıklığı oldu. Tabii Nolan burada hayalkırıklığının ufak bir boyutu kalıyor ancak hikaye bazında da ben Man of Steel'de aradığım tadı, heyecanı bulamamıştım.

Son olarak Interstellar...
Bence Nolan için kritik bir film. Nolan takipçileri ikinci bir zayıf halkayı daha kabullenemez gibime geliyor. Malum, beklentiler yine muazzam düzeyde. Her ne kadar Nolan'a güven devam etse de, The Dark Knight Rises ile sallanan imaj bu filmde de bozulursa Nolan için sert eleştiriler gelecek demektir.

Gönlüm, beklentim elbette eli yüzü düzgün, Nolan ismine yakışır bir film olması yönünde. Nolan'ın kariyerinde bir sağlam film daha görebilmek.

Bu arada bir şeyi eklemek de gerek ki film 3D olarak vizyona girmeyecek. Bu da daha film vizyona girmeden filmin gözümdeki ilk artısı oluyor. Ortalığın alakalı alakasız 3D film kaynadığı bu zamanlarda böyle bir film görecek olmak sevindirici.

Özetle tüm bu beklentilerin, meraklı soruların cevabı cuma günü bizi Interstellar'da bekliyor olacak.
Şimdiden iyi seyirler


4 Kasım 2014 Salı

KISA KISA: MÁLMHAUS

Açıkcası bugün okuduğum bir inceleme yazısına dek varlığından haberdar olmadığım bir filmdi.
Sıcağı sıcağına izlemek ve yazmak istedim.

Orijinal adıyla ''Málmhaus'' (Metalhead) eğer basit cümlelere indirgeyerek özetlemek gerekirse ''Yaşam tarzınız, idealleriniz için neler yapabilirsiniz? Nelerden vazgeçebilirsiniz?'' sorusunun yanıtını abisinin ölümüyle sarsılan ve metal müziğe tutkuyla sarılmaya başlayan bir kızın hikayesi üzerinden veriyor.

Küçük bir İzlanda kasabasında yaşayan Hera; 12 yaşındayken tanık olduğu abisinin ölümüyle yaşamında bir değişime gider ve bir metal tutkunu olan abisinden etkilenerek metal müziği hayatına sokar.
Ancak bu değişim; Hera için geçici bir heves değil, aksine tüm hayallerini, yaşama amacını yeniden şekillendirecek köklü bir değişimdir.

Küçük kasabasından bir türlü gidemeyen ama bir türlü de kabasaba kalamayan Hera, bir şeyleri yoluna koyabilmek, kendini ispatlayabilmek için bir şarkı bestelemeye başlar. Bu süreçte ise bir yandan çiftlik işlerinde çalışırken diğer yandan ailesiyle, kasaba halkıyla, kiliseyle, önyargılarla olan ilişkisini sorgular.


''Málmhaus'' özel bir dram filmi. Oldukça sağlam ve metal müzik ile içiçe geçen etkileyici bir hikayenin içinde; hayatı, idealleri, baskıları, önyargıları irdeleyen bir yapıt.

İzlanda'nın puslu atmosferine, metal ruhuna yakışır bir film, izlenesi.

Son olarak başta belirttiğim söz konusu kritik için Öteki Sinema'da yayınlanan Egemen Tokatlıoğlu'nun başarılı kritiğini okumanızı da öneririm: http://www.otekisinema.com/2014/11/metalhead-2013/

İyi seyirler.
Bumerang - Yazarkafe