16 Kasım 2016 Çarşamba

BİR DE İTHAKİ'DEN OKUYUN: SUÇ VE CEZA

Malum, telif haklarının olmaması, birçok dünya klasiğini irili ufaklı sürüyle yayın evi için hedef haline getiriyor. Ortalık, iyi-kötü klasik çevirileriyle dolu.
Bu durumda da klasiklerin hakkını veren yayın evlerini takip etmek gerekiyor.

Ben, kişisel olarak dünya klasiklerinde İletişim ve İş Kültür Yayınları'nı takip ediyorum. Eserin aslından yaptıkları çevirilerle (Bkz. Mazlum Beyhan, Ergin Altay), kaliteli baskılarıyla Dünya klasiklerine hak ettikleri değeri veren yayın evleri bunlar.

Şimdi bu kaliteli çevirilere yenisi eklenmiş duruyor. Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sı için bir alternatif de İthaki Yayınları'ndan geldi.


Geçtiğimiz gün, kitapçıda gezinirken denk geldim. Oldukça kaliteli bir baskı olduğunu belli ediyor.
Kapak tasarımı gayet başarılı. Yazı puntosunu özellikle sevdim. Ben pek büyük puntolarla okumayı sevmiyorum, İthaki'nin baskısı bu açıdan ayrıca hoşuma gitti.

Kitabın çevirisi ise Serdar Arıkan'a ait.

Suç ve Ceza okuyacaksanız veya yeniden okuyacaksanız, alternatifleri değerlendirirken İthaki'yi de listenize almakta fayda var.

Keyifli okumalar

12 Kasım 2016 Cumartesi

BABALAR ALINLARIMIZA YAZILMIŞ YALNIZLIKLARDIR

Hasan Ali Toptaş’ın geçtiğimizin ay Everest Yayınları’ndan çıkan son romanı: Kuşlar Yasına Gider
Kitap, kapağında Nuri Bilge Ceylan’ın Yağmur Sonrasında Üç Kaz isimli fotoğrafıyla karşılıyor okuyucuyu.

Bazı kitaplar var ki, bazı okuyucular için daha özel olur, sanki belli bir okuyucu profili için yazılmış gibidir.
‘’Kuşlar Yasına Gider’’ de öyle kitaplardan. Tam bir baba-oğul kitabı.
Sayfalarından şefkat taşan, hüzünlü fakat hüznünü asla ağdalı bir şekilde yansıtmayan, melodramdan uzak, hayatın içinden, samimi bir baba-oğul hikayesi.



Bir Ege kasabası. Hasta, elden ayaktan düşmüş bir baba. Ankara-Denizli arası mekik dokuyan, babasını o hastaneden öbür hastaneye taşıyan bir evlat.
Hasan Ali Toptaş’ın güçlü kalemiyle hayat bulan bir hikaye. Anılarla dolup taşan, mızrak gibi saplanan cümlelerle okuyucuyu esir eden, çok güçlü bir baba portresi çizen bir kitap.

‘’Demek seni gözünün içine baka baka aldattı ha, dedi bana dönerek yeniden; bir şey söyleyeyim mi, sana da zaten aldatılmak yakışırdı oğlum.
Bu sözleri duyunca duygulandım birden, ne diyeceğimi bilemeden, usulca yutkundum. İçimden kalkıp babama sarılmak geçti aslında ama yapamadım bunu, baktım sadece. O da bana baktı gözlerini hiç kırpmadan. O an, birbirimize bakışlarımızla sarıldık sanki.’’

Babanızla mutlaka bir anınız olmuştur. Olmadıysa bile göz göze gelmişliğiniz, içinizde birikmiş kelimeler, cümleler vardır. Hayatınızın bir köşesine mutlaka dokunmuştur babanız. Belki o sizi anlamamıştır, belki siz onu anlamamışsınızdır. Ona söyleyemedikleriniz vardır ki mutlaka vardır her evladın babasına söyleyemediği bir şeyler. Çünkü kolayca bir şeyler söylenmez nedendir bilinmez, belki hep ciddi mevzuların insanı olduğu içindir babalar ama bilirsiniz, orada bir köşede oturan babanız vardır. En azından bu güç verir insana. Tıpkı bir sözle de anlatıldığı gibi:
Erkekler, babaları öldükten sonra büyür.
 Belki çok konuşmasa da gözleriyle konuşur babalar. Bu yüzdendir çok derin bakarlar, her bir bakışlarında bir anlam hissedersiniz. Bilirsiniz, ne demek istediklerini.

Hasan Ali Toptaş’ın duru, anlamlı kalemine bırakın kendinizi. Okuyun ve babanızın gözlerinin içine bakın, tekrar bakın. Çok farklı bir gözle bakacağınıza eminim.


İyi okumalar

4 Kasım 2016 Cuma

YEKTA KOPAN'DAN YENİ ÖYKÜLER: SAKIN ORAYA GİTME

Günümüz Türk öykücüleri arasında en sevdiğim yazarlardan biri olan Yekta Kopan, iki yıl aradan sonra yeni kitabı ''Sakın Oraya Gitme'' ile geri döndü.
Gitme diyenlere inat, farklı bir şey söylemek isteyenlere. Elbette yine Can Yayınları etiketiyle.



Herkes birbirine aynı şeyi söylüyor: Sakın oraya gitme!
Orada tedirgin ruhlar var.
Orada tekinsiz anılar var.
Orada korku, yılgınlık, ölüm var. Özgürlüğüne kastedenler, vicdanına zulmedenler var. 
Perdenin ardındakilerle yüzleşmeye cesareti olmayanlar haykırmaya devam edecekler: Sakın oraya gitme! 
Yekta Kopan, "Sakın!" diyenlere inat, belleğimizin en karanlık ormanlarına dalıyor. 
Böylesi bir macerada öykülerden daha iyi ne aydınlatabilir ki yolumuzu…

İçimde bir şey koptu, koptuğunu hissedebiliyordum, bir şeyler çalkalanıp yükseldi içimden. Deniz kenarında oradan oraya savrulan bir taş kadar özgür olamayan ruhlarımıza üzüldüm. Doğanın muhteşem dengesine çomak sokmaktan zevk alan birilerinin ayak işlerinde geçen ömrümüze üzüldüm. "Bu kadar zor olmamalı özgürlük!" Vidalı kapağı iki tur çevirip mazotun kalanını kafama diktim. Ruhumun bedenimden ayrılıp günbatımına gitmesine izin verdim. Uzandım. Gözlerimi kapadım. Artık tanımadığım bir sesle mırıldandım:
"Seni senden başka kim özgürleştirebilir ki?"
Bumerang - Yazarkafe