23 Şubat 2016 Salı

GEÇMİŞ TÜKENMİŞ, BİR AVUÇ ANI KALMIŞ BİZE

Bazen karşılaşıyoruz bir yerlerde veya telefonlaşıyoruz.
Uzun bir aranın telafisini yapalım diyoruz. Hayat meşgalesi, her birimizi sürüklemiş ayrı yerlere.
Eskisi kadar canlı olmasa da dostluğu tazeleyelim istiyoruz.

Eskiden yürüdüğümüz, masumiyetimizle koşturduğumuz sokaklardan geçiyoruz yine. Top peşinde koştuğumuz okul bahçeleri, kenarına oturup gazoz içtiğimiz kaldırımlar. Sanki anıların müzesi gibiler.
Onlar aynı, biz değiliz. Zaman çok şey almış, götürmüş.

Oturuyoruz bir yerlere. Hoş beş, klasik giriş cümleleri. Sen neler yaptın? Ben neler yaptım vs.
Konu eskilere geliyor sonra. İrtibatımızın kopup yittiği eski dostlara. Şundan haber aldın mı? O nerelere gitmiş falan filan.

Bir zamanlar aranda bir kaldırım veya birkaç yüz metre olan insanlarla şimdi kilometreler olması tuhaf. Sanki hala çıkıp seslensen, duyacaklarmış gibi. Ödevleri yapıp, sokağa çıkıp akşam ezanına kadar kan ter içinde koşturacakmışız gibi.

Ve anılara gidiyor zihnimiz. Yıllar öncesi.

55 ekran tüplü televizyonlarda, birbirimizin evinde film izlerdik. Evin annesi, salçalı ekmek yapardı veya o gün şanslıysak mantı bile yerdik.

Tabii serde sinefillik yok o zamanlar. Yönetmene, oyuncuya göre değil; türe, popülerliğe, mahallenin film dükkanındaki (sahi böyle bir meslek vardı bir zamanlar) sınırlı kataloga göre film seçtiğimiz yıllar.

Fight Club, içimizden birinin oflayıp poflamasıyla kapatmak zorunda kaldığımız Memento (Sonra kim sıkıldıysa mızıkçılıkla suçlardık onu. Hatta aramızda gizlice sözleşip, ertesi hafta ondan habersiz film izlerdik)
Çocuk aklımızla neyin duygusallığını yaşıyorsak artık, izlediğimiz Titanic pek hüzünlü gelirdi bize. Sanki geminin batacağı belli değilmiş gibi ekrana yalvarırcasına bakardık o heyecanla.

Kimimiz savaş, kimimiz komedi, kimimiz aksiyon, kimimiz dram severdi ama yine de bir ortak noktada buluşmayı becerirdik.

Hatırlar mısın? Bir gün Pal Sokağı Çocukları'nı okumuştum da, sonrasında sen dışarıya çağırmıştın. Benim surat beş karış, ismi küçük harflerle yazılan, er Nemeçsek'in kaderine üzülüyorum. Senin bir şeyden haberin yok.
Soruyorsun, ''Noldu oğlum? Anlatsana ya'' ısrarlarınla.
Çok detayına girmeden, anlatıyorum kitabı. Sen de merak ediyorsun, istiyorsun benden. (O baskı hala duruyor elimde. Tüm üstüne sinen anılarla)

Birkaç gün geçiyor, bu kez sen okuyup geliyorsun suratın beş karış. İçten içe artık dert ortağım var diye seviniyorum ben. Beraber yas tutuyoruz Nemeçsek için.

Hatta işi ileriyle taşıyıp kendimize bir arsa bile belliyoruz okulun arka tarafında, küçücük bir yer. Orada oynamaya başlıyoruz. Ha, bizim sonumuzda kitaptaki gibi trajik şeyler yok tabii, o ayrı.

Kah kahkahalar, kah hey gidiler eşliğinde anıyoruz tüm bu olup bitenleri, yaşanıp geçenleri.
Klasik hayret cümleleri, ''O kadar yıl olmuş mu ya'', ''Daha dün gibi'' ve benzerleriyle geçmişe ağıt yakıyoruz.

Aslında özlediğimiz çocukluk mu? Değil. Belli bir döneme değil de belli anılara odaklanmayı tercih ediyoruz biz galiba.

Neyse, yaşadığımız ana dönüyoruz. Kahve içip birer yetişkin olarak, eskileri konuştuğumuz bu ana.
İleride, bir 10 yıl sonra şimdiyi de mazide bırakıp anacağımız günleri hayal ediyoruz.
Gün gelecek, bugünler de bize çok eskide kalmış gibi gelecek. Şu anki netliği hatırlamayacağız bile. Kahvenin kokusunu unutacağız. Konuştuklarımızı ana hatlarıyla anca hatırlayacağız belki.
Belki de hiç bir araya gelip anamayacağız bile.

Bu yüzden içinde bulunduğumuz anı özümsemeye çabalıyoruz. Sanki kaçıp gitmesini engellemek ister gibi. Yıllar sonra da bu anı, bir rüya fluluğunda anmaktan korkar gibi.

Sonra nedendir bilinmez, susuyoruz bir süre. Önümüzde ne duruyorsa ona bakıyor gözlerimiz manasızca. Belki kelimeler tükeniyor, belki de biz tükeniyoruz.

Günün sonunda ayrılırken ''bir ara mutlaka haberleşelim'' tarzı beylik, samimiyetsiz cümlelerden özellikle imtina ediyoruz. Zaten biliyoruz ki o ''bir ara'' belki de uzun zaman gelmeyecek.
Sarılma, vedalaşma, iyi dilek faslı ve kapanış.
Herkes yoluna dönüyor.

Bir de bakmışsın o yollarda kan ter içindeki tişörtleriyle eve yollanan çocukların yerini iki ayrı yöne giden iki yetişkin almış.


1 yorum:

  1. Hiç kimse o eski insan değil zira kimse yerinde saymıyor, değişiyor. Özlemlerimiz kaybettiğimiz zamana, anlara.

    YanıtlaSil

Bumerang - Yazarkafe