19 Nisan 2015 Pazar

BİR PAZAR KAHVALTISI ANCAK BU KADAR YALNIZLIK KOKABİLİRDİ

Kendinle kavgalı birisin.

Bu pazar da yine iç sesinle kavga ederek uyandın. O, ''Yat, zıbar. Ne diye pazar sabahı 8'de kalkarsın?'' diye söylendi sana. Seni ise uyku tutmadı. Biraz mücadele ettin yatağın içinde, döndün durdun. Nihayetinde kalktın yataktan. Yine kendinle kavga ederek.

Elini, yüzünü yıkadın. Aynada kendine baktın, yine beğenmedin kendini. Acaba beğenmediğin neydi? Aynada gördüğün yüz mü? Yoksa yüzüne yansıyan ruh hali mi? Neyse boşver. Zaten sabah sabah aforizma kaldıracak halin yok. Ne o öyle uykulu uykulu?

Bir kahve yaptın kendine. Hazır, çözünebilir kahvelerden. Bu hafta filtre kahve makinesi alacaktın sözde, pinti herif. Unuttun yine ya da unuttun demeyelim de erteledin. Neyse, bu kahve de idare ediyor seni. Tipik bir Amerikan ailesinin sabahını hissettirmeye yetiyor bir bardak kahve.

Eh, bu Amerikanlık televizyonu açana kadar tabii. Onların karşısına Barack Obama çıkarken senin karşına... Ops! Otomatik sansür.

Kanallar arasında gezindin. Haber kanallarının saat başı ısıtıp ısıtıp verdikleri bayat haberler, siyasilerin mekanikleşen söylemleri, reklamlarda makinesi bozulan ev hanımına yanında kamerayla şıp diye damlayan tamirciler, çocuklar için pazar sabahı kuşağı, hangi ünlü hangi mekanda takıldı falan.. Pazar sabahı 8.30'da hangi ünlünün nerede takıldığını niye merak eder ki insan allasen?

Peki ya şu haber kanallarına ne demeli? Her saat başı aynı haberleri, birkaç cümle değiştirip aynen yayınlamak nedir? Tamam gündemi günden güne değişen, biraz hızlı bir ülkeyiz de saat başı da aynı haberleri izleyecek kadar gündem delisi değiliz yahu!? Bizi siz delirttiniz. Neyse.

Kimse izleyicinin sabrını test etmeye kalkmasın!

Sen de zaten sabredemedin, kapattın. Kahve de soğudu, ona canın sıkıldı. Nefret edersin mikrodalgada ısıtıp tekrar içmekten. En güzeli sıcakken içmek. Değdi mi şimdi kanallar arasında zaplamaya?

Kalkıp kahvaltı hazırlamak istedin. Komşu Hayriye Abla'dan gelen sigara böreği kokuları eşliğinde. Bir umut, "Acaba bana da, kokusu gitmiştir diye düşünüp getirir mi bir tabak?" diye düşündün. Sonra buzdolabına yöneldin. Menüyü hazırlamaya başladın. Tek kişilik peynir, tek kişilik zeytin, tek kişilik dünden kalan börek. Börek dediysek yanlış olmasın, ev yapımı değil, bildiğin pastaneden alınmış börek. Zaten bu eve ev yapımı bir şey gireli çok zaman oldu.

Böyle yavan yavan olmaz deyip bir de sucuklu yumurta yapmak istedin. Sigara böreğinin dayanılmaz kokusunu bastırmak için. Sucukları doğradın, bir güzel dizdin tavaya. Üstüne yumurtayı da kırdın.
Ocağa tek kişilik çayını koymayı da ihmal etmedin.

Bu arada bekledin, çay olana kadar acaba Hayriye Abla börek getirir mi diye ama getirmedi. Varsın getirmesin, komşu komşunun sigara böreğine de muhtaç olmayıversin.

Hazırlık tamam. Çayı koydun sofraya, yine yakıp beceremediğin çok yanmış sucuklu yumurtan tamam, yalnız bir pazar kahvaltısının olması gereken cıvıltısı eksik. O da varsın olmasın, teknoloji nelere kadir. Açarsın akıllı telefondan bir türkü. Birileri sana sesiyle yoldaş oluverir.

Çayını karıştırıp bir güzel kahvaltıya giriştikten sonra ikinci keyif çayını içerken Neşet Baba dinlemek istedin. Açtın, başladı sesi yankılanmaya. ''Cahildim, dünyanın rengine kandım'' derken bir 20 yıl daha yaşlandın.

Çay kesmeyince, çıkardın dolaptan bir 70'lik. Koydun önüne, fonda ''Haydar Haydar'' var bu sefer.
Kadehi karşındaki boş koltuğa kaldırdın, yalnızlık sinen duvarlara, bir çift ayak izinden başka şeyin olmadığı halılara, lavabodaki birikmiş tek kişilik bulaşığa.

Bir pazar kahvaltısı herhalde ancak bu kadar yalnızlık kokabilirdi.

Ha, bu arada Hayriye Abla hala gelmedi. Zaten doydun da... Geriye kesif bir börek kokusu, bir de bağlamanın sesi kaldı odanın içinde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bumerang - Yazarkafe